‘Rakamlarla 28 Şubat Raporu’ Basın Açıklaması Yapıldı
Memur-Sen ve Eğitim-Bir Sen Kadınlar Komisyonu Başkanı Safiye Özdemir, "Rakamlarla 28 Şubat" raporunu bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaştı. Özdemir, 28 Şubat ile milletin iradesinin yok sayıldığını, Meclis İç Tüzüğü'nün bahane edilerek, başörtülü milletvekili Merve Kavakçı'nın şahsında millete had bildirilmeye çalışıldığını ifade etti.
Kadınlar Komisyonu Başkanı Safiye Özdemir, Memur-Sen Genel Merkezi Mehmet Akif İnan Konferans Salonunda, "Rakamlarla 28 Şubat" raporunu bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Özdemir, eldeki mevcut verilere göre, 1997-2003 tarihleri arasında 33 bin 271 öğretmenin, kılık-kıyafet/fişlemeler nedeniyle disiplin soruşturması geçirdiğini, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verildiğini, 11 bin 890 öğretmene kılık-kıyafet/fişlemeler nedeniyle disiplin cezası verildiğini, 4 bin 625 Milli Eğitim Bakanlığı çalışanının istihbarat birimleri tarafından sözde irticayla ilişkilendirilerek fişlendiğini, yaklaşık 11 bin öğretmenin ise istifa etmek zorunda bırakıldığını söyledi.
'MERVE KAVAKÇI'NIN ŞAHSINDA MİLLETE HAD BİLDİRİLMEYE ÇALIŞILDI'
Türkiye siyasi tarihinde 28 Şubat’ın, Refahyol Hükümeti’nin, 28.02.1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ve bu toplantıda alınan kararlar sonrası ortaya çıkan sürecin sonunda yıkılmasını ve seçilmişlerin dışındaki askerî bürokrasinin başını çektiği güçler tarafından yeniden biçimlendirilmesini ifade ettiğini belirten Özdemir, sözlerini şöyle sürdürdü: “28 Şubat, sözde irticayla mücadele adı altında kendi meşruiyetini kendisi oluşturmaktaydı. Ama irtica tanımının belirsizliği (kasten belirsiz bırakılmış olması demek daha doğru olur), sadece sözde irticayla ilişkilendirilen mütedeyyin kesimler için değil, toplumun tüm kesimleri için bir demokrasi kaybını, baskı ve insan hakları ihlallerini beraberinde getirdi. Sözde irtica ile mücadele, kişi ve kurumların temel hak ve hürriyetlerinin ihlalinin kılıfı ve bir tür dokunulmazlık kazanmak için benimsedikleri bir misyon hâline geldi. Başörtülü kadınların eğitim, öğrenim ve çalışma hakları anayasal ve uluslararası sözleşmeler hiçe sayılarak ucube yönetmeliklerle engellendi. Sadece resmî kurumlarda çalışan başörtülü kadınların değil, örneğin özel dershanelerde, sürücü kurslarında öğretmenlik yapan kadınların da istihdam edilmemesi için söz konusu kurumlara baskılar ve baskınlar yapıldı. Başlarını açan veya peruk takan kadınlar dahi disiplin cezaları almaktan, sürgünle cezalandırılmaktan, memuriyetten atılmaktan ve işlerini kaybetmekten kurtulamadı. Eşi ile işi arasında tercih yapmaya zorlananlardan bazıları başörtülü eşlerinden, bazıları geçimlerini sağladıkları işlerinden vazgeçmek durumunda kaldılar. Bugün hâlâ kesin sayısı bilinemese de çok sayıda erkek de, eşi başörtülü olduğu için veya sözde ‘irticai fikirleri ya da faaliyetleri’ nedeniyle işten atıldı ve cezalandırıldı. Milletin iradesi yok sayıldı, Meclis İç Tüzüğü bahane edilerek, başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’nın şahsında millete had bildirilmeye çalışıldı” dedi.
'GENÇ KIZLARIMIZIN GELECEĞİNİ ÇALMAKTAN DAHA BÜYÜK HIRSIZLIK MI OLUR'
28 Şubat sürecinde üniversitelerin hizaya getirilmesi için Kemal Gürüz’ün görevlendirildiğini, Gürüz’ün talimatıyla Şubat 98’de toplanan YÖK Genel Kurulu’nun, ‘kılık kıyafet genelgesi’ne göre başörtülü öğrencilerin üniversitelere sokulmaması konusunda tüm rektörleri uyardığını ve dönemin rektörlerinin sadakat yarışına girdiğini hatırlatan Özdemir, “YÖK’ün bu kararına en hızlı destek, dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu’dan gelmişti. Tüm üniversiteler YÖK’ün talimatını değerlendirmeye alırken, Alemdaroğlu, dekanlarını toplayarak ‘Örtü yasağını uygulamak için gerekirse bilime ara verin’ talimatı vermiş ve zulüm fiilen başlamıştı. 28 Şubat davasının sanıklarından Kemal Gürüz, savunmasında, ‘O dönemde çalmadım, çırpmadım hatta Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörüyken üniversitenin camisini bile tamir ettirdim’ şeklinde ifadede bulunmuştur. Şimdi Gürüz’e soruyoruz: On binlerce genç kızımızın geleceğini çalmaktan daha büyük hırsızlık mı olur” diye sordu.
Özdemir, 12 Eylül 1980 sonrası yaşanan tasfiyeye benzer, hatta ondan daha sistematik ve daha programlı biçimde kıyımların yaşandığını, özellikle çok sayıda araştırma görevlisi, yardımcı doçent ve doktora öğrencisinin üniversitelerinden atıldığını kaydederek, “Yüksek lisans için gidenler yurt dışından geri çağrıldı ve akademik hayatları sona erdirildi. Hukuk normları geriye yürütülerek birçoğunun kazanılmış hakları yok sayıldı. El Ezher gibi bazı üniversitelerin denkliği iptal edildi ve bu iptal hükmü geriye yürütülerek, yıllar önce bu üniversitelerden birinden mezun olup Türkiye’deki bir üniversitede görev yapan öğretim elemanları, bir anda lise mezunu durumuna düşürülerek işlerini kaybetti. ‘İkna odaları’ yüksek öğretim literatürüne bu dönemde girdi ve üniversiteli kızlar inançları ve siyasi kimlikleri ile gelecekleri arasında tercih yapmak zorunda bırakıldı. Bu süreçte, yine sayısı belirsiz genç kız, kimi zaman son sınıfa veya son sınıfın son dönemine kadar geldikleri üniversitelerini terk etmek zorunda kaldı; bunlardan, özellikle okulunu veya işini kaybedip eşleri tarafından geçindirilmeyi bekleyen, eşi tarafından başı açtırılan veya aile düzeni bozulup eşini kaybeden, sağlığı bozulup depresyona giren ve intihara kalkışanlar da oldu. Bugün için ihlale uğrayanların sayısı ve ihlallerin niteliği ile ilgili sağlıklı veriler hâlâ mevcut değil” dedi.
'KAMU KURULUŞLARI BİLGİ VE BELGE VERMEDE KETUM DAVRANMIŞTIR'
Raporlaştırdıkları çalışmanın hareket noktasının, 28 Şubat sürecinde hak ihlallerine uğrayan kamu görevlilerinin ve üniversite öğrencilerinin sayılarının ve ihlal türlerinin tespitine ilişkin olduğunu söyleyen Özdemir, şunları söyledi: “Bu amaçla her kamu kurum ve kuruluşundan, 1997-2003 yılları arası sözde irtica, kılık-kıyafet gibi gerekçelerle disiplin soruşturması geçiren, disiplin cezası verilen, memuriyetten atılan, görev yeri değiştirilen kamu personeline ilişkin sayısal veriler talep ettik. Kamu kuruluşları bilgi ve belge vermede ketum davranmıştır. Bu sebeple sadece başörtülü olduğu ya da namaz kıldığı gerekçesiyle sözde irticacı olarak fişlenen, bu gerekçeyle disiplin soruşturmasına uğrayan, akabinde disiplin cezası alan ve uğradığı baskılar karşısında mesleğinden ayrılmak zorunda kalan kamu çalışanı sayısı, yine aynı şekilde okulunu bırakmak zorunda kalan üniversiteli sayısı hâlâ net olarak bilinmemektedir. Başörtülü olduğu için atanmasına rağmen göreve başlatılmayan ve aday memurken memurlukla ilişiği kesilen/ataması iptal edilen memurlar ise, kayıtlara daha girmedikleri için bu kişiler hakkında sayısal veri dahi yoktur” dedi.
'28 ŞUBAT SÜRECİNE HALKIMIZ GEREKEN CEVABI 2002 YILINDA VERDİ'
Eldeki mevcut verilere göre, 1997-2003 tarihleri arasında 33 bin 271 öğretmenin, kılık-kıyafet/fişlemeler nedeniyle disiplin soruşturması geçirdiğini, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verildiğini, 11 bin 890 öğretmene kılık-kıyafet/fişlemeler nedeniyle disiplin cezası verildiğini, 4 bin 625 Milli Eğitim Bakanlığı çalışanının istihbarat birimleri tarafından sözde irticayla ilişkilendirilerek fişlendiğini, yaklaşık 11 bin öğretmenin ise istifa etmek zorunda bırakıldığını dile getiren Safiye Özdemir, “Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat sürecine, halkımız gereken cevabı 2002 yılında verdi, ilerleyen yıllarda, bu dönemde yaşanan hak ihlallerinin ve kayıplarının telafisi için bazı olumlu adımlar atılmıştır. Öncelikle 2006 yılında çıkarılan disiplin affı ile o dönem atılan kamu görevlileri görevlerine geri dönmüştür. Geçen yıl çıkarılan 6495 sayılı Torba Kanun ile disiplin affına rağmen bugüne kadar atanamayanlar ve aday memurken görevine son verilenler de işine tekrar başlamıştır” diye konuştu.
GERİYE DÖNÜK HAKLAR NOKTASINDAKİ TALEPLERİMİZ
Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen olarak 2013 yılında, ‘Kamuda Kılık-Kıyafet Özgürlüğü İçin 10 Milyon’ imza kampanyası başlattıklarını ve bir ay içerisinde 12 milyon 300 bin imza toplayarak yasağı fiilen kaldırdıklarını belirten Özdemir, “Sayın Başbakanın 8 Ekim’de kamuoyuna açıkladığı demokratikleşme paketiyle de yasak resmi olarak kaldırılmıştır. Ancak geriye dönük haklar noktasında taleplerimiz olacaktır. O dönemde işinden atılan kamu görevlilerinden önemli bir kısmı hâlâ memuriyete geri dönememiştir. Dönenlerin ise, memuriyetten ayrı kaldıkları dönemler, kademe ve derece ilerlemelerine dâhil edilmemiştir. Bunların uğradıkları mali ve özlük hakları iade edilmelidir. Yine o döneme ilişkin sosyal güvenlik yönünden oluşan haksızlıklar giderilmelidir. 6353 sayılı Kanun, memuriyetlerine son verildiği tarih ile 2006 yılına kadarki dönem için sosyal güvenlik primlerinin kurumlarınca karşılanmasına imkân verse de, bu dönem zarfında görevden atılan memurların isteğe bağlı prim ödemelerinin, çalışmaya bağlı primlerinin veya borçlanma suretiyle ödedikleri primlerin iadesi noktasında hiçbir düzenleme mevcut değildir. Bu konuda acilen düzenleme yapılmalıdır. Sorunun bir diğer boyutu, sözde irticai örgüt üyesi olmaktan dönemin DGM ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanan ve bu yargılamaları sebebiyle kesinleşmiş bir mahkûmiyeti bulunmamasına rağmen memurluktan atılanların geri dönüşlerinin halen sağlanamamış olmasıdır. Bu konu üzerinde çalışma yapılmalıdır. Dönem zarfında maruz kaldıkları hukuka ve kanuna alenen aykırı uygulamalar nedeniyle haklarını aramak için yargı mercilerine başvuran kamu çalışanlarının, brifinglerle şekillenmiş taraflı kararlarla karşılaşmaları neticesi, mağduriyetlerine bir de adil yargılama hakkının ihlali eklenmiştir. Tekrar yargılama süreci başlatılmalıdır” ifadelerini kullandı.
DARBELERE KARŞI VERİLEN MÜCADELE SÜRDÜRÜLMELİ
Özellikle o dönemde sözde irticai örgüt üyesi oldukları iddiasıyla DGM ve ağır ceza mahkemelerinde yapılan yargılamalar ve haklarında verilen devlet memurluğundan çıkarma, muhtelif disiplin cezaları ile sürgün niteliğinde görev yeri değişikliği kararlarına karşı açılan davalardan aleyhe sonuçlananların yeniden yargılama konusu edilmesi gerektiğini vurgulayan Özdemir, sözlerini şöyle tamamladı:“Yine bu doğrultuda (5525 sayılı Kanun’la affa uğramışlarsa da) 1997-2003 tarihleri arasında kamu kurum ve kuruluşlarının yüksek disiplin kurullarının sözde irtica, kılık-kıyafet vb. nedenlerle verdikleri meslekten çıkarma gibi disiplin cezalarına, yeniden görüşülme imkânı tanınması gereklidir. Ancak ne kadar tazminat ödenirse ödensin, o dönemde tek suçu, inancını yaşamak olan insanlara haklar ihlallerinin çok ötesinde yaşatılan dramların, psikolojik tacizlerin, travmaların, ruh sağlığındaki bozulmaların, manevi ve psikolojik çöküntünün, ezilmişlik, aşağılanmışlık hissinin telafisi mümkün olmayacaktır. Bunun etkilerinin birkaç kuşak boyunca devam edeceği kuşkusuzdur. Darbe heveslisi generallerin bir kısmının bugün hapiste olması bizi aldatmasın; darbelere karşı verdiğimiz mücadelede bir adım geri çekildiğimiz anda, onların ileri doğru on adım atacaklarına; onları ait oldukları yerden kurtarmak isteyenlerin hızla harekete geçeceğinden emin olalım” dedi.