Müesses Nizamın Taşeronlarının Rüyalarını Milletimizle Birlikte Kabusa Çevirdik
Darbeler, hangi söylemi kullanılırsa kullanılsın, hangi bahaneye dayandırılırsa dayandırılsın, teorisi ve pratiğiyle emperyalist bir kurgudur. Bu kurguyu oluşturan, onu baskı ve şiddetle hayata geçiren cunta ve benzeri yapılar; millete, milletin iradesine ve o iradeden neşet etmiş tüm kurumlara, kurallara ve kavramlara düşmandır.
28 Şubat, emperyalist düzenek olma vasfını bütün yönleri ve yöntemleriyle ortaya koyması, baskı-dayatma-zulüm bağlamında sınır tanımaması, el koyup yönetmek yerine engel olup yönettirmemek perspektifiyle “postmodern darbe” olarak tanımlanması gibi özellikleriyle önceki darbelerden farklıdır.
Memur-Sen olarak; kendilerini milletin ve iradesinin üstünde görenleri, milletin tanklarını “demokrasiye balans ayarı” çekmek için kullananları millet düşmanı ve emperyalist uşağı olarak kodladık. Postmodern darbeye, mevzuatına, uygulamalarına ve müktesebatına karşı ilk günden bugüne 24 yıl boyunca, alanlardan mahkeme salonlarına her zeminde mücadele ettik. Bu mücadelenin sivil toplum olmanın, emek mücadelesi vermenin yüklediği doğal sorumluluklar olduğunu kabul ettik ve bu gerçeğin altını çizdik.
Evet, darbenin üzerinden tam yirmi dört yıl geçti. O dönemde ikna odaları kuranları, üniversite kapılarına turnike koyduranları, başörtülü kızlarımıza şiddet uygulayanları ve cuntanın yanında ve emrinde hazırolda durup milli iradeye, demokrasiye ve hürriyete yönelik taciz suçlarına ortak olanları unutmadık, unutmayacağız da.
28 Şubat fiilleri ve failleriyle birlikte; millet yönüyle hak-hukuk-adalet kavramlarını ayaklar altına alma hadsizliğinin, devlete bakan tarafta ise bütçe imkanlarını talan etme yolsuzluğunun “ana eylem” olarak benimsendiği vesayet terörü iklimini benimsemiş ve hakim kılmıştır.
Bu süreçte, müesses nizamın taşeronlarının, aslında, talan siyasetini son verenlere, bunun da ötesinde “talan bu düzenin doğal soncudur” diyerek, başka bir yol, başka bir dünya mümkündür fikrini kuvveden fiile çıkaranlara karşı ne kadar tahammülsüz olduklarını gösterdi. Direnen Adam Prof. Necmettin Erbakan başbakanlığında kurulan 54. Hükümetin oluşturduğu düzenekle, sistemin kaçaklarını bulup, borç faiz denkleminden beslenen bezirgan ekonomisine darbe indirdiğini ve nihayet battı diyerek komprador sermayeye peşkeş çekilmeye hazırlanan KİT’leri kara geçirdiğini bir kere daha hatırlamak gerekiyor. Müesses nizama göre bu politikalar büyük suçtur ve suç ne kadar büyükse ceza da bir o kadar büyüktür. Nihayet, o kara kışın oluşturduğu iklimin açtığı yaralara hala sızlamaktadır.
Bu iklim sayesinde, ülkesinin insanlarına ve onların inançlarına yönelik “yıkıcı kin” stratejisine dayanan ve “zorbalık” taktiğini kullanan vesayet düzeneği hızla kuruldu ve acımasızca kullanıldı. Anadolu insanının, irfanının ve mayasında mündemiç imanının iktidara gelmesinin oluşturduğu şuursuz intikam hırsıyla işletilen bu düzenek; “ceberrut devletin dayanağı” ve “vesayet uygulamalarının üretim ağı” oldu.
Bugünden geçmişe baktığımızda, “İrtica bin yıl sürerse 28 Şubat da bin yıl sürecektir” söylemiyle millete namlu doğrultan cuntacıların milletin verdiği imkanları istismar ederek elde ettikleri kirli güç ve bu kirle inşa ettikleri kibir kuleleri; milletin ortaya koyduğu emsalsiz direnç ve Anadolu’yu medeniyet coğrafyasının umudu haline getiren kadim bilinçle bizatihi ; millet tarafından yerle yeksan edildi. Bin yıllık vesayet rüyaları, milletin ferasetiyle kabusa döndü, düzenekleri tepelerine çöktü.
Millet; hem sorumluluk hem de iradeyi ele aldı. Sonrasında ise darbecilere ve vesayetçilere yargı eliyle yaptıklarının hesabını sordu. Vesayet düzeneği ve düzenlemeleri ortadan kaldırıldı, düzeneğin faillerinden 21’i müebbet hapisle cezalandırıldı.
Öte taraftan, irtica söylemiyle kılıfladıkları gerekçelerle ihraç edilenlerin, istifaya zorlananların göreve yeniden başlamalarına, açıkta geçen süreleri çalışmış gibi sayılmalarına, başörtülü olarak görev yapmalarına yönelik her biri takdiri hak eden düzenlemeler yapıldı. Güne ve yarına dair sorunlar giderildi, ne var ki, geçmişteki kayıplar giderilmedi, vesayet döneminin verdiği zararlar tazmin edilmedi.
Bir başka husus da şudur: irtica söylemiyle açılan ve cunta karşısında hazırolda duran hakimlerin verdikleri mahkeme kararlarının da yok hükmünde sayılması gerekir. Zira söz konusu mahkeme kararları, “millet adına” değil “esareti altında oldukları vesayet adına” verildi. İdarenin vesayet altında olduğunu, yürütmeye yönelik vesayet uygulandığını kabul edip yargı alanında bu vesayetin olmadığını düşünmek, kabul etmek, 28 Şubat’ı küçültmek, darbe gerçeğini küçümsemek olur. 28 Şubatın mağdurlarının haklarını tahkim, hukukunu tanzim ve zararlarını tazmin etme iradesi; adaletin gereğidir, medeniyetin gereğidir, inancın, izanın, ahlakın ve hukukun gereğidir. Ve bu irade, 28 Şubat’ın faillerini mahkum etme iradesinden daha az önemli değildir.
Memur-Sen ailesi olarak diyoruz ki, adaletsizliği bitirecek, adaletin varlığını hissettirecek, vesayet mağdurlarının, 28 Şubat mazlumlarının hukukunu inşa edecek, haklarını ihya, itibarlarını iade, zararlarını tazmin edecek kararlar, kararnameler, kanunlar yürürlüğe koymak “mazlum ve mağdurlara karşı borcumuz” ve “tarihe ve geleceğe karşı ortak sorumluluğumuzdur.