Çanakkale Destanı, Emperyalizme Karşı Hürriyet Çağrısıdır

18.03.2020 12:06

Çanakkale Destanı, Emperyalizme Karşı Hürriyet Çağrısıdır

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 

Çanakkale savaşı, tarihin çarkını kırıp, hercümerç içinde kavrulan umudun taptaze bir şekilde günümüze kadar gelmesini sağlayan bir varoluş destanıdır.

Çanakkale savaşı bir hüküm savaşıdır. Ehli Salibin tüm gücüyle yüklendiği ve fakat bir türlü yenemediği bir hilalin gölgesinde gerçekleşen adaletin hükmettiği toprakların bağımsızlık hükmüdür bu.

Çanakkale Savaşı; her ne kadar, bir dönem kendini unutmuş gibi görünse de bir milletin, bir ümmetin öz benliğine dönerek, mazlumlara ve insanlığa sunacağı merhamet ve adalet bildirisinin altındaki mürekkebi şehit kanından olan kutlu imzadır.

Çanakkale Savaşı; batılıların yeniden haritaları çizmek için fikirler geliştirdikleri günümüzde, bağımsızlık hattının oluşturulacağı temel mantığın ifadesidir.

Çanakkale Savaşı; dün olduğu gibi bugün de zulmünü sürdüren emperyalist mantığın oluşturduğu esaret zincirini kırmak için kıvranan insanlığın yol haritasıdır.

Çanakkale Savaşı; değil yüz yıl binlerce yılın hürriyet meşalesidir. Çünkü bir kınalı kuzu gibi cepheye koşan ve cephedeyken sağına ve soluna bakmadan öne atılan şühedanın mekan ve zaman ötesi yolculuğu ancak ve ancak hürriyetle açıklanabilir.

Onun için Çanakkale Savaşı nedenleri aşan bir sebebe bağlanmış ruhların, insanlığın yaratılış gayesine uygun yapılan hakikat kervanına katılan kahramanların destanıdır.

Fakat dün olduğu gibi bugün de, hürriyeti boğmak isteyen, tamamen metaryalizme bağlanmış nedenler zincirinin oluşturduğu zulüm halkasının doğru bir şekilde okunarak aşılması gerekir. Bizler, geçen yüzyılın dünyasında özellikle emperyalist zihniyetin nasıl işlediğini, hangi stratejileri devreye soktuğunu ortaya koyarak, bugünün dünyasındaki hürriyet mücadelesinin işaret fişeklerini atmak istiyoruz.    

I. Dünya Savaşı, emperyalist devletlerin kendi aralarındaki paylaşım kavgasının önlenemez bir sonucuydu. Bir başka açıdan ise, Kırım Savaşı ile birlikte Avrupa devletleri tarafından “hasta adam” olarak kodlanan Osmanlı’nın topraklarının çökertilmesini ve yokedilmesini hedefliyordu.

Kimi tarihçilere göre savaşı teknik bir mesele olarak gören Avrupa için, süreç iki yıl içinde hallolacaktı.

Bir tarafta, kapitalist dünya sistemin merkez ülkesi İngiltere ve lejyoner yöntemle özellikle Afrika’da önemli sömürgeleri olan Fransa, diğer tarafta ise, birliğini geç dönemde sağlamış ve emperyal bir vizyonla pastadan pay isteyen Almanya’nın güç mücadelesi sonucunda patlak veren savaşta, Osmanlı tarihinin en büyük gailesiyle yüz yüze kalacaktı. Savaş başladığında 4 milyon kilometre kare toprağa sahip olan Devlet-i âli, Almanya’yla ittifak kurarak, o dönemin deyimiyle “kurbanlık koyun olmak ya da savaşarak varolmak” yöntemini seçmiş, Kemal Tahir’in Kurt Kanun’da geçen bir ifadeyle “tarihte görülmemiş kurtlar kapışmasının ortasına düşmüştü.”

Evet… Tarih kitaplarına bakacak olursak, bu savaşa neden Almanya’nın emperyal sistemden daha fazla pay istemesiyle patlak vermiştir. Lakin, ne olursa olsun I. Dünya Savaşı emperyal bir tasarımdır ve Avrupa için bu tasarımın nesnesi de Osmanlı’dır. Çünkü Osmanlı, onlar tarafından her ne şekilde kodlanırsa kodlansın, tarih boyunca olduğu gibi ne kadar güçsüz görünürse görünsün adaletin merkezi, mazlumların sığınağı ve umududur. Öte yandan, sömürgecilik tarihine baktığımızda da, Batı ile başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerin sömürge alanı olan Doğu’nun ortasında uçsuz bucaksız bir alanı kaplıyordu. Bir üçüncü sebep ise, gün geçtikçe önemini artıran petrol kuşağının en önemli merkezleri de bu uçsuz bucaksız coğrafyada bulunuyordu. Onun için bu kütlenin ameliyatla ilk elden küçültülüp, bilahare de tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu.

Çoğu zaman başta Çanakkale olmak üzere, Osmanlı’nın direniş hattını oluşturan bölgelerde yaşanan savaşların nedenlerinden uzaklaşarak, basit bir anma etkinliğine indirmekteyiz maalesef. Oysa, yukarıda çizdiğimiz resme bakıldığı zaman, her bir direniş hattının kurtlar kapışmasına karşı oluşturulmuş önemli bir stratejinin parçası olduğunu hatırlamalıyız. Elde kalanın da bu büyük mücadeleden emanet olduğunu nesillere aktarmanın aklın ve izanın gereği olduğunu bilmeliyiz.

Neden mi böyle söylüyoruz? Çanakkale savaşı bir hüküm savaşıdır aynı zamanda. Bu öyle bir hükümdür ki, Rusya’da rejim değişikliğine sebep olmuş, ittifakları parçalamış, galip devletler olarak gösterilen ülkelerin ekonomilerini altüst ederken hareketlerini ve azgın iştihalarını gemleyerek, yaşayacakları uzun süreli krizlerin de temelini atmıştır. Evet, Sykes-Picot anlaşması uygulamaya sokulmuştur. Ama bu anlaşmanın ülkemize dönük ayağı olan Sevr anlaşmasının ölü doğmasının zeminini hazırlamıştır.  

Memur-Sen ailesi olarak, geçen yüzyıl emperyalizmin nasıl bizi parçaladığını, aramıza sun’i sınırlar koyarak kardeşlerimizle bizi nasıl ayrı koyduğunun bilincindeyiz. Kurulduğumuz günden bu yana, Çanakkale ruhuyla, emperyal sisteme direnip, onun oluşturduğu sisteme ve adalet düzenine karşı, gönül coğrafyamızdan başlayarak bütün mazlum coğrafyalara ulaşmanın derdindeyiz. Evet… Çanakkale bir ruhtur. O ruh ki, Akif’in ifadesiyle, Bedir ashabının verdiği varoluş mücadelesinin, 20. yüzyıldaki kurtlar boğuşmasında yine bir varoluş mücadelesine aktarılmış bir emanettir. Biz işte bu emaneti kuşanarak, yeni bir kurtlar boğuşmasının arefesinde olduğumuz bilinciyle yeniden Büyük Türkiye ideali için uğraş veriyoruz. Elbette biz bir emek merkezli bir sivil toplum örgütüyüz. Bizim bilincimiz, yeni bir emek tanımı yaparak, emperyal sistemin tekelci yapısına karşı eylem geliştirmeyi zorunlu kılıyor. İnsanı fıtratını merkeze alan, adil bir dünya tasavvurumuzla, insanlığa teklifimizi sunmak için sınırları aşan faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Sefer bizden zafer Allahtan’dır.